Putnam'ın "The collapse of the Fact/Value Dichotomy" kitabındaki
temel iddiası, sosyal/kültürel uzayda "değer yargıları" ne kadar
önemliyse, bilimsel dünyada da "değer yargıları"nın o kadar önemli
olduğu. Temel bilimlerin, sosyal bilimlere nesnellik iddiası
bağlamında üstünlük sağlamasını temelsiz buluyor.
Bilimin dayandığı temel değerler 350 yıl önce Galileo tarafından
açık seçik ortaya konmuş olmasına rağmen toplumumuz (ve bazı
filozof takımı) tarafından hala özümsenememiş durumda. Bu yüzden
creationism gibi bir akım bugün bilim adı altında taraftar
toplayabiliyor. Amerika ve Türkiye'de nüfusun yarısından fazlası
evrim "teorisine" inanmamayı seçebiliyor. Bunun yanında Atlantis,
UFOlar, ve beynin 10%'undan fazlasını kullanma ile ilgili
saçmalıklar Carl Sagan'ın gerçek bilimsel sonuçlarla ilgili güzel
kitaplarından daha fazla satıyor.
Böyle bir ortamda Putnam gibi insanların çıkıp suyu daha da
bulandırmasına büyük bir tepki duyuyorum. İhtiyacımız olan bilimle
gerçekten uğraşan her dürüst araştırmacının kemiklerinde
hissettiği prensipleri insanlara açık bir dille anlatmak. Felsefe
yapma uğruna zaten karışmış kafaları daha da karıştırmak
değil. Dolayısıyla önce Galileo ve Popper'ın demek istediklerine
kısaca değinip sonra Putnam'ın çalışmasını eleştirmek istiyorum.
Galileo'nun koyduğu prensip basit: bilimsel bir iddia gözlemle
test edilebilir olmalıdır. Buradan iki sonuç çıkıyor. Birincisi
doğrulukla ilgili: gözlem iddianın tersini gösterdiği anda
arkasında kim olursa olsun o iddia çöpe atılır. Herhangi bir
iddianın kesin doğruluğu ise hiçbir zaman kabul edilmez, bilimsel
doğru diye birşey yoktur. İkincisi ise iddianın açıklayıcığıyla
ilgili: iddia henüz gözlemediğimiz durumlarla ilgili bize bilgi
vermeli, genelleme gücü olmalı. Yoksa tanım anlamsız. Örneğin,
"son elli yıldır Türkiye'de enflasyon yükseldiğinde faizler
düşmüştür" bilimsel bir iddia değil. Test edilecek birşey
yok. Eldeki data'ya göre ya doğru bir bilgidir ya yanlış bir
bilgi, ya da data yoktur bilmiyoruz deriz. Halbuki "benim boyum
sabah kalktığımda akşamkine nazaran iki santim uzundur" bilimsel
bir iddia. Ölçer görürüz.
Popper neyin bilimsel olmadığını ayırt etmeye çalışmış
yanlışlanabilirlik iddiasını ortaya atarken. Meşhur örneği
astroloji ile meteorolojiyi karşılaştırmak: ikisi de teknik ve
matematiksel içerik (yüksek), tahmin yeteneği (düşük), insanların
güveni vs. gibi kriterlere göre benzer konular. Fakat meteoroloji
bir bilim, çünkü "yarın yağmur yağacak." gibi gözlemle test
edilebilir iddialarda bulunuyor. Astroloji bilim değil çünkü
ertesi gün ne olursa olsun ona uyacak bir gezegen - yıldız
pozisyonu bulabiliyor. Benzer eleştiriyi örneğin numeroloji
kullanarak, ya da Nostradamus'un kitaplarına, Kuran'a, İncil'e
bakarak olup bitmiş olaylarla ilgili "tahmin" lerde bulunmak vs
için de getirilebilir.
Bu noktada sık yapılan bir yanlışa dikkat çekmek istiyorum. Bugün
gördüğümüz canlıların evrim sonucu meydana geldikleri bilimsel bir
iddia değil. Ya öyle olmuştur ya da olmamıştır. Doğal seleksiyon
ile adaptasyon mekanizması ise bilimsel bir iddia. Örneğin şu ana
kadar gözlenmemiş büyük bir doğal değişiklik olduğunda (iklim
değişikliği, meteor düşmesi) canlıların genetik olarak nasıl
adapte olduğu hakkında test edilebilir tahminlerde bulunuyor. Söz
konusu değişiklik gelecekte olabileceği gibi, şu ana kadar farkına
varmadığımız geçmişteki bir olay da olabilir (örneğin dinazorların
yok olmasına sebep olan Yucatan meteoru gibi).
Eğer geçmişte olmuş bir olayı bilimsel bir iddiayı test etmek için
kullanacaksak, bu olayın iddia ortaya atıldığı sırada bilinmiyor
olması önemli, yoksa numerolojinin ya da astrolojinin yaptığı
curve-fitting hatasına düşeriz. Son yıllarda Pinker ile
popülerleşen evrimsel psikoloji bu yüzden bilim tanımını
zorluyor. İnsanların şu anda bildiğimiz psikolojik özelliklerine,
yine şu anda kabul ettiğimiz maymun atalarının yaşam stilleri ile
"açıklamalar" getirmek bilim olmak için yeterli değil. Bilinmeyen
özelliklerimiz, bilinmeyen ortamlara tepkilerimizle ilgili test
edilebilir iddialar getirmeleri lazım. Aynı eleştiri sık sık
string theory için yapılıyor. String theory'nin öne sürdüğü bazı
iddiaların test edilmesi prensipte mümkün değil. Bu tip iddialar
bilimsel bir açıdan "evreni Allah yarattı", ya da "gezegenleri
melekler ittiriyor" iddiaları ile aynı sepette. Yani gözlemler ne
gösterirse göstersin doğruluğu ya da yanlışlığı belirlenemeyecek
olan ifadeler bilimsel değil.
Yine son mesajlarda çok geçen "anlamak", "açıklamak" konusundaki
kafa karışıklıklarına bakalım: anlamak ve açıklamak psikolojik
kavramlar. Örneğin ben bazı bilimsel teorileri kağıt kalem
üzerinde çizdiğim şekillerle modelleyebildiğimde daha iyi
anlıyorum. Bu aktivitemin bilimselliği konusunda birşey ifade
etmez. Bilimsellik yine gözlemle test edilebilirlik ile
sinanir. Kuantum teorisini kimsenin doğru dürüst "anlamadığı"
söylenir. Teori gözlemlerle desteklendikçe bu bilimsellik
açısından önemli değil. Bir iddianın bilimselliği de onu gerçekten
"anlayabilmemiz" ya da başkasına "açıklayabilmemiz" konusunda
birşey söylemiyor.
Bu yazdıklarımdan öncelikle bilimin ve bilimselliğin
gerçekleştirilen bir takım aktiviteler için bir isim değil, bazı
iddiaları ve onları desteklemek için kullanılabilecek metodolojiyi
tanımlayan bir sıfat olduğu sonucu çıkıyor. Üstelik te pek
insancıl olmayan, insanlara faydalı olma, insanların anlayışını
geliştirme gibi konularla ilgisi olmayan bir sıfat. Galileo ya da
Popper'ın bilim diye tanımladıkları şeyin bu olup olmadığı
tartışılabilir. Ama en azından bu tanımın onların ifadeleriyle
tutarlı olduğunu iddia ediyorum.
Neden böylesine soğuk ve nesnel bir tanım? Matematik ya da bilim
deyince benim kafamda canlanan resim şu: birbiriyle taban tabana
zıt görüşlere sahip, ve kesinlikle anlaşmak istemeyen iki insan
düşünün. Eğer bu insanların zeki ve sağduyulu olduklarını
varsayarsak, üzerlerinde anlaşmak ZORUNDA hissedecekleri şeyler
nelerdir? Matematik ve bilim bu asgari müşterekleri
tanımlıyor. Eğer matematikte benim aksiyomlarımı ve inference
kurallarımı kabul ederseniz ondan sonra çıkardığım sonuçlara
(dürüstçe) itiraz edemezsiniz. Evrende ise yapılacak bir gözlemin
sonucu hakkında iddialaştıktan sonra o gözlemi yapmak tartışmayı
bitirir. Bu ikisi dışında ben anlaşmak istemeyen iki insanı
anlaşmaya zorlayacak bir düşünce sistemi bilmiyorum. Bunlara bir
nevi oyunun kuralları olarak bakabiliriz. Herkes bu kuralları
kabul etmek zorunda değil. Örneğin papa Galileo'nun teleskobundan
bakmayı reddettiğinde, ben senin oyununu oynamayacağım
diyordu. Askerler ise Galileo'nun hareketle ilgili yeni
kanunlarına dört elle sarıldılar, çünkü onların tek umursadığı
doğru sonuçlardı ve top gülleleri Aristo'nun değil Galileo'nun
dediği noktaya düşüyordu. Her ne kadar savaştan nefret etsem de,
askerliğin pragmatik bakış açısının kötü fikirleri elimine etme
gücüne hayranım.
Gelelim Putnam'ın tartışmasına. Birincisi bilimin ne olması
gerektiğiyle, şu anki icraatın ne olduğu birbirine karıştırılmış.
Einstein ile Whitehead arasında geçen bir olayı bilimin tanımını
değiştirmek için kullanmak abes. Bu Rusya devrildiği için
komünizmin hiçbir zaman çalışmayacağını, Amerika'da evsizler
olduğu için demokrasinin ise yaramadığını, ya da bir iki sahte
fosil skandalı yüzünden insan evrimi konusundaki teorilerinin
yanlış olduğunu iddia etmekle eşdeğer bir tutum. Bir fikrin ya da
idealin tanımı illa onun bazı uygulamalardaki sonuçları ile
bağımlı değil. (Bkz. The Achilles' Heel Fallacy)
Kaldı ki, Galileo'nun verdiği tanıma göre "bilimsel" olarak
niteleyebileceğimiz iddialar sınırsız. İnsanların ilgi ve
enerjileri ise sınırlı. Her "bilimsel" iddianın (Whitehead'in
teorisi gibi) şu anda ilgi alanımız içinde olmaması, bir şekilde
onların bilimsel olmadığı, ya da bilimin nesnel olmadığı anlamına
gelmez. Her dönemde insanlar ihtiyaçları olan, ilgilerini çeken,
kabiliyetlerinin elverdiği, ya da başka bir şekilde seçtikleri
konularla bilimsel yöntemlerle uğraşıyorlar 350 yıldır. Şu anda
uğraştığımız subset'in özelliklerine bakıp bilim budur demek
bizden sonraki generasyonlara biraz saygısızlık değil mi? Bilim ya
tüm objektif iddiaları incelemektir (imkansız bir öneri) ya da şu
an bilim adamlarının kullandığı bir değerler sisteminden ibarettir
(gereksiz bir iddia) demek olmayan bir dikotomi
yaratıyor. (Bkz. The False Dilemma Fallacy)
Son olarak Galileo ve Popper nelerin bilim olmadığının sınırlarını
çizerken, Putnam nelerin bilim olduğunun sınırlarını çizmeye
çalışıyor. İkisi çok farklı şeyler, bilimsel metodoloji her geçen
gün gelişmekte. Örneğin bir modelin genelleme gücü hakkında şu an
40 sene öncesine nazaran çok daha fazla şey biliyoruz (mathematics
of generalization). Memduh'un sorduğu soruya cevaben, elimizde
belli bir data olduğunda şu modeli mi bu modeli mi seçelim
sorusunun nesnel cevapları var, ve bu cevaplar teori geliştikçe
daha iyi sonuçlar veriyorlar. Ama kazananı belirleyen test 350
senedir değişmedi. Teleskoptan bakıyoruz ve kimin kazanıp kimin
kaybettiğini görüyoruz. Sadece eldeki verilerle tutarlı modeller
arasından belki 350 sene öncesine nazaran daha iyi tahminlerle
başlıyoruz yarışa tecrübe ve teorilerimiz sayesinde. Putnam bu
gelişimleri görmezden gelip şu anda bilim adamlarının yaptıklarını
bilime ait bir "değerler" kümesi olarak tanımlamaya
çalışıyor. (Bkz. The Appeal to the Masses)
Kısacası Putnam günümüzde bilimin icra edilişini inceleyip bilimin
ne olduğuyla ilgili sonuçlar çıkarıyor. Konu ve model seçimlerinin
insanlar tarafından yapıldığı gerçeğinden yola çıkıp bilimi
nesnellik açısından diğer uğraşlarla eşdeğer tutuyor. Yapılan
seçimlerin "değer yargılarına" bağlı olduğunu iddia ederek 40
yıllık "mathematics of generalization" çalışmasını yok
sayıyor. Bilimde nesnel olanın icraat değil kazananı belirleyen
kurallar olduğunu görmezden gelerek büyük bir kategori hatası
yapıyor.
Kafamızı karıştırmayalım. Galileo'nun tek dediği: "Bilimsel bir
iddia gözlemle test edilebilir olmalıdır." Bilimin gerek ve yeter
tanımı budur. Bizim hangi konulara ve modellere öncelik verdiğimiz
bambaşka bir sorudur, ve bu soruya felsefik kelime oyunları ve
sosyoloji gözlemleri ile değil matematikle nesnel olarak karar
verebiliriz. Nesnellik hala yanımızda ve hala eskisi kadar
güvenilir ve sağlıklı.
Not:
Memduh'un konuyu başlatan mesajı
Berkin'in cevabı
Emrah'ın cevabı
Related link
December 23, 2006
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment