February 12, 2007

Fikir incileri

Her konunun (okulda nefret ettiğim konuların bile) sahip olduğu
fikir incileri olduğuna inanıyorum. Okul hayatımızda iç bayıcı
mantıksal sıra yerine bu incilerle beslesek çocukları eminim pek
çok konuda daha meraklı olacaklar. Tabi hangi konunun derinine
inmek istese incilerle dolu kıyıyı aşıp güç bela yürünen
bataklıklarla uğraşması gerekiyor insanın. Ama bir kere incilerin
tadını almış olan insanlar için bu daha dayanılır bir işkence.

Ortaokulda arkadaşım Ünal, abisinden öğrendiği Pisagor teoreminden
bahsetmişti bigün otobüste giderken. İlk tepkim "hadi canım" oldu.
Matematikçiler her dik üçgen için a^2 + b^2 = c^2 olduğunu nasıl
bilebilirlerdi? Bir kere her üçgeni çizip ölçmeleri gerekirdi ki
bu da sonsuza kadar sürerdi. Üstelik bir sonraki üçgenin kurala
uymayacağını nasıl bilebilirdi kimse? Yani kısacası inanmadım.
Sonra tam olarak ne zaman bilmiyorum ama matematikçilerin sonsuz
sayıda cisimle ilgili kesin iddialarda bulunabildiklerini anladım.
Çok daha sonra da aslında matematiği diğer uğraşılardan ayıran
temel özelliğin bu olduğunu ve başka hiçbir şeyden emin
olmadığımızı...

Neden anlatıyorum bu hikayeyi? Çünkü o günden beri benim "inci"
olarak nitelendirdiğim fikirlerin özelliklerini çok güzel
örneklendiriyor. Bir inci ilk duyulduğunda yarattığı tepki "hadi
canım" olmalı. Bu his güzel bir sihirbazlık numarası gördüğümde
hissettiğim incredulity'nin aynısı. Te sonra bir zaman "Aha"
dedirtmeli anlayınca. Bilim ve matematikte doğru ve faydalı
fikirler çok, ama aralarında insana önce "hadi canım" sonra "aha"
dedirtenler az.

Bu açıdan bakınca bazı sorulara kesin cevaplar verebilmemiz de
prensipte cevaplanamayacak sorular olması da bana ilginç geliyor.
Bilincin, özgür iradenin, ve zaman akışının birer ilüzyon olabilme
olasılığı ilginç geliyor. Elektronların izlenip izlenmediklerine
göre bir o delikten bir bu delikten geçmeleri ilginç geliyor.
Dünyadaki elmalarla uzaydaki yıldızların aynı atomlardan oluşup
aynı yerçekimi kurallarına uyması ilginç geliyor. Sonlu sayıda
veriye bakıp, daha önce görmediğimiz şeylerle ilgili tahminlerde
bulunabilmemiz, kısaca "öğrenmenin" ve "bilimin" mümkün oluşu ve
limitlerinin ne olduğu ilginç geliyor. Borsada hayat boyu para
kazanamasam da, para kazanılamayacağını ispatlamanın imkansız
oluşu ya da pokerde her ne kadar hesaplayamasam da hiçbir zaman
para kaybetmeyecek bir stratejinin var oluşu ilginç geliyor. Kedi
yavrularının beyinlerinde görmelerini sağlayan center-surround
hücreler bulunması, daha sonra bunların aslında iki boyutlu türev
aldıklarını anlamamız, daha sonra rastgele bağlanmış bir sınır
ağına rastgele resimler gösterildiğinde hücrelerin basit bir
kuralla kendilerini bu şekilde bağlayabildiklerinin gösterilmesi
bana çok ama çok ilginç geliyor.

Ve bunların hiçbiri okullarda çocuklara anlatılmıyor! Tüm bu
bahsettiklerimi ilgili bir ortaokul öğrencisine çok rahat
anlatabileceğimi biliyorum. Bunu bildiğim halde Bilim ve Teknik
dergisinin mesajlarıma cevap yazmaması, Tübitak'ın kitap
çevirileri yaparken fikrimizi sormaması, kendi çocuğuma ne
öğretileceğine karar verecek milli eğitim bakanlığının zavallı
insanlar tarafından yönetilmesi, çalıştığım okulun öğrettiklerimin
kalitesiyle de içeriğiyle de pek ilgilenmemesi, ve ıvır zıvır
işlerle uğraşırken zamanın geçip gitmesi beni çileden çıkarıyor.


Related link

No comments: